İdea Yayınevi / Adlar
site haritası  
 
 

Saint-Simon
Herbert Marcuse

Tanzanya'da bir ceviz işleme fabrikası.
Saint-Simon (Comte de, 1760-1825), Hegel gibi, Fransız Devrimi tarafından yaratılan toplumsal düzenin insanlığın olgunluk evresine ulaşmış olduğunu tanıtladığı savıyla başlar.1 Bununla birlikte, Hegel’in tersine, bu evreyi birincil olarak ekonomisinin terimlerinde betimledi; işleyim süreci yeni toplumsal düzende biricik bütünleştirici etmendi. Yine, Hegel gibi Saint-Simon da bu yeni düzenin idea ve olgusallığın uzlaşmasını kapsadığına inanıyordu. İnsanın gizillikleri bundan böyle kılgıdan ayrı olarak kuramın sorunu değildirler; kuramın içeriği birbirleriyle doğrudan birliktelik içindeki bireylerin ussal etkinliklerinden oluşan bir düzleme aktarılmıştır. ‘Politika, ahlak, ve felsefe, kılgıdan kopuk boş zaman düşüncelerinde sonlanmak yerine, en sonunda toplumsal mutluluğun yaratılması olan gerçek uğraşlarına varmışlardır. Tek bir sözcükle, özgürlüğün bundan böyle bir soyutlama ve toplumun bir uydurma olmadığını anlamaya hazırdırlar.’2 Bunu olgusallaştırma süreci ekonomik bir süreçtir. Yeni evre tüm insan gizilliklerini edimselleştirebilecek olduğu güvencesini getiren işleyimcilik evresidir. ‘Toplum bir bütün olarak işleyim üzerine dayanır. İşleyim onun varoluşunun biricik güvencesi ve tüm varsıllık ve gönencin biricik kaynağıdır. İşlerin işleyime en uygun olan durumu öyleyse topluma da en uygundur. Bu tüm çabalarımızın başlangıç noktası ve o denli de hedefidir.’3 Ekonomik koşulların ilerlemesi felsefenin toplumsal kurama geçmesini zorunlu kılar; ve toplumsal kuram politik ekonomiden ya da ‘üretim bilimi’nden başka birşey değildir.4

Tanzanya'da bir ceviz işleme fabrikası.
Saint-Simon ilkin köktenci liberalizm ilkelerini ileri sürmekle yetindi. Bireyler çalışabilsinler diye özgür bırakılmışken, toplum ise onların bağımsız çabalarını uyumlu bir bütüne ören doğal birimdi. Hükümet işleyimsel anamalcılığın düzeneklerinin arkasında pusuya yatmış anarşi ve devrim tehlikesi ile başa çıkmak için gereken bir kötülüktü. Saint-Simon işleyimci toplum konusunda özellikle iyimser bir görüşle başladı. Tüm üretici güçlerin hızla gelişmesinin bu toplumsal dizge içersinde gelişen karşıtlıkları ve devrimci altüst oluşları kısa bir zamanda silip süpüreceğini düşünüyordu. Yeni işleyimci düzen her şeyden önce olumlu bir düzendi, çünkü mutluluk ve bolluk içindeki bir yaşam için tüm insan çabasının onaylanmasını ve sonuçlarını temsil ediyordu. Verili olanın ötesine gitmek zorunlu değildi; felsefe ve toplumsal kurama yalnızca olguları anlamak ve örgütlemek için gereksinim vardı. Gerçeklik olgulardan ve yalnızca olgulardan türetilecekti. Saint-Simon böylece modern pozitivizmin kurucusu oldu.5

Toplumsal kuram, Saint-Simon’a göre, ‘başka gözlem bilimlerinde kullanılan aynı yöntemi’ kullanacaktı. ‘Başka bir deyişle, uslamlama gözlenen ve tartışılan olgular üzerine dayanmalı, ve tüm olguları uslamlama ile ilişkilendiren kurgul bilimlerin kabul ettikleri yöntem bir yana atılmalıdır.’6 Gökbilim, fizik, ve kimya daha şimdiden bu ‘pozitif temel’ üzerinde kurulmuşlardı; artık felsefe için de bu özel bilimlere katılmanın ve kendini bütünüyle olumlu kılmanın zamanı gelmişti.

Çin'de Cixi Geely Fabrikası

Saint-Simon bu pozitivizmi felsefesinin enson ilkesi olarak bildirdi: ‘Çalışmamın her parçasında, olgular dizisini saptamakla uğraşıyor olacağım, çünkü inanıyorum ki bu bilgimizin biricik sağlam parçasıdır.’7 Tanrıbilim ve metafizik, ve dahası, tüm aşkınsal kavramlar ve değerler sağın bilimin olgucu yöntemi tarafından sınanacaklardı. ‘Bir kez tüm bilgimiz biçimdeş olarak gözlemler üzerine kurulur kurulmaz, tinsel sorunlarımızın yönetimi pozitif bilimin gücüne teslim edilmelidir.’8

‘İnsan bilimi,’ toplumsal kuram için bir başka ad, böylece doğal bir bilimin kalıbı üzerinde başlatıldı; ‘gözlem üzerine kurularak ve fiziğin başka dalları [!] tarafından kullanılan yöntemler yoluyla ele alınarak,’ bu bilim olumlu bir karakter ile damgalanacaktı.9 Toplum doğa gibi ele alınacaktı. Bu tutum Hegel’in felsefi kuramından en keskin sapmayı ve ona karşı en keskin karşıtçılığı imler. Özgürlük ilgisi bireyin ussal istencinin alanından uzaklaştırıldı ve toplumsal ve ekonomik sürecin nesnel yasalarının içine yerleştirildi. Marx toplumu acımasız nesnel yasalar tarafından yönetiliyor olduğu sürece usdışı ve bu yüzden kötü olarak görüyordu. Onun için ilerleme bu yasaların üstesinden gelmeye eşdeğerdi, bir edim ki özgür gelişimi içindeki insan tarafından tamamlanacaktı. Pozitivist toplum kuramı karşıt eğilimi izledi: Toplumun yasaları adım adım doğal nesnel yasalar biçimini aldılar. Herşeyden güçlü ilerleme yasasının önünde ‘insanlar salt birer araçtırlar,’ onun geçeğini değiştirme ya da belirleme gücünden yoksundurlar.10 İlerlemenin bağımsız bir doğal yasa olarak tanrılaştırılması Comte’un pozitivist felsefesinde tamamlandı.

Fransız Devrimi sırasında giyotine gönderilecek olan on binlerce devrim düşmanının bir kaçının adını bildiren bir duyuru (yaklaşık olarak 1789-1804 arası).

Saint-Simon’un kendi çalışması işleyimci anamalcılığa karşı duran öğeler kapsıyordu. Ona göre, işleyimsel dizgenin ilerlemesi sınıflararası savaşımın ilkin doğaya karşı tüm sınıfların katıldıkları bir savaşıma dönüştürülmesini ve saptırılmasını öngerektiriyordu.11 Öngördüğü hükümet biçiminde yöneticiler uyrukları yönetmiyorlardı. Bunun yerine hükümetin yaptığı şey yapılacak olan iş üzerinde uygulayımsal bir yönetim işlevini yerine getirmekti.12 Diyebiliriz ki Saint-Simon’un felsefesi Hegel’inkine tam ters bir yönde gelişti. İdea ve olgusallığın uzlaşması ile başladı ve uzlaşmaz görülmeleriyle sonlandı.

1830 devrimi yaklaşırken Fransa’da ekonomik bunalımlar ve sınıf savaşımları yeğinleşmişti. ‘1826’da ulusun ve tekerkin karşıt yönlerde devindikleri açıkça ortaya çıktı; tekerk bir despotluk kurmaya hazırlanırken ulus devrime doğru sürüklendi.’13 Saint-Simon’un öğrencisi Bazard’ın bu yıllarda ustasının öğretisi üzerine verdiği dersler onu varolan toplumsal düzenin köktenci bir eleştirisine çevirdiler.

Bazard’ın betimlemesi şu temel sayıltılara dayanıyordu: Felsefe toplumsal kuram ile özdeşleştirilmelidir, toplum kendi ekonomik sürecinin yapısı tarafından koşullandırılır, ve en sonunda ancak ussal toplumsal kılgı insan gereksinimlerine yönelik gerçek bir toplumsal biçimi üretebilir. Verili toplum biçimi Bazard için bundan böyle ilerleme ve uyum için yeterli değildir. İşleyimci dizgeyi bir sömürü dizgesi olarak, uygarlığın bütün tarihine yayılmış olan ‘insanın insan tarafından sömürüsünün’ en sonuncu ama hiç de en önemsiz olmayan örneği olarak damgalar. Tüm ilişkilerinde, işleyimci dizge bir yanda proleterya ve öte yanda üretim araç ve makinelerinin iyeleri arasındaki kaçınılmaz savaşım tarafından şekillendirilir.

‘‘Bütün bir işçiler kitlesi bugün mülkiyetlerini kullandığı insanlar tarafından sömürülmektedir. ... Bu sömürünün bütün yükü işçi sınıfının üzerine, eş deyişle, işçilerin oluşturduğu büyük çoğunluğun üzerine düşer. Bu koşullar altında işçi kölenin ve serfin doğrudan ardılı olmuştur. Bir kişi olarak özgürdür ve bundan böyle toprağa bağlı değildir, ama elindeki tüm özgürlük bu kadardır. Bu tüzel özgürlük durumunda ancak küçük bir sınıfın ona dayattığı koşullar altında varolabilir—bir sınıf ki ele geçirme hakkından doğan bir yasama tarafından varsıllık tekeli ile, emek araçlarını isteğe göre ve çalışmaksızın yönetme gücü ile donatılmıştır.’’14

Saint-Simon’un pozitivizmi böylece karşıtına döndü. Bu pozitivizmin ilk vargıları liberalizmi yüceltmişlerdi. Ama şimdi biliyordu ki bu liberalizmin temelinde yatan dizge kendi içersinde kendi yokoluşunun tohumlarını taşımaktadır. Bazard, ondan önce Sismondi’nin yaptığı gibi, varsıllık birikiminin ve yoksulluğun yaygınlaşmasının, onlara eşlik eden bunalımların ve artan sömürünün, içinde toplumsal iş bölümünün ‘anamalcılar ve iyeler’ tarafından düzenlendiği ekonomik örgütlenişten doğduğunu gösterdi. Üretim sürecinde ‘her birey kendi başının çaresine bakmaya bıkakılmıştır,’ ve işler çokluğunu birleştirmek ve yönetmek için hiçbir ortak çıkar ya da ortaklaşa çaba yoktur. Emek araçları şansın egemenliği ve güç olgusu altında duran ‘yalıtılmış bireyler’ tarafından kullanıldığı zaman, işleyim bunalımları kaçınılmazdır.15

Bu durumda, Bazard’a göre, ‘sınırsız yarışmacılık ilkesinin bir sonucu olarak’ toplumsal düzen genel bir düzensizlik olmuştur.16 Anamalcı toplumun başlangıçta kendi toplumsal yapısını aklarken kullandıklarına benzer ilerici düşünceler—örneğin, ussal bir yaşam düzeni içersinde genel özgürlük ve mutluluğun yaratılması—ancak ‘sonunda insanın insan tarafından sömürüsünü tüm sinsi biçimlerinde ortadan kaldıracak’ yeni bir devrimle amaçlarına ulaşabilirler. ‘Bu devrim kaçınılmazdır, ve tamamlanıncaya dek uygarlığın ışığı ve yüzyılın görkemi konusunda sık sık yinelenen tüm o parlak sözler salt ayrıcalıklı bencillere yaraşır bir dil olarak kalacaktır.’17 Özel mülkiyet kurumunun sona ermesi gerekecektir, çünkü eğer sömürü yitecekse sömürünün sürdürülmesini sağlayan yapı da yitmelidir.18

Doctrine Saint-Simonienne Restorasyon altında işleyimciliğin ilerlemesi tarafından yaratılan toplumsal altüst oluşları yansıtır. Bu dönem sırasında, giderek artan bir ölçekte makineler getirildi (özellikle dokuma işliklerine), ve işleyim yoğunlaşmaya başladı.—Bununla birlikte, Fransa yalnızca Saint-Simon’un erken yazılarının yücelttiği işleyimsel ve tecimsel büyümeyi değil ama bunun tersini de yaşadı. 1816-17’de ve 1825-27’de ağır bunalımlar bütün dizgeyi sarstı. İşçiler onlara öylesine sefillik ve işsizlik getirmiş olan makineleri yoketmek için çeteler kurdular. ‘Büyük-ölçek işleyimin doğuşunun işçinin durumunda olumsuz bir etki yaratmış olduğu konusunda hiçbir kuşku olamaz. Tarımsal ev emeği fabrikanın yarışmacılığından zarar gördü. Makinelerin getirilişi ucuz çocuk ve kadın emeğini olanaklı kıldı ve bunlar da kendi paylarına ücretlerin düşürülmesine hizmet ettiler. Kentlere göç konut olanaklarında bir darlık yarattı ve bu koşul, yaygın bir beslenme yetersizliği olgusuyla birlikte, raşitizm ve tüberküloz için üreme zemini oluşturdu. 1832 kolera salgını gibi salgınlar özellikle işçiler arasında öldürücü oldular. Sefalet ayyaşlığı ve fahişeliği geliştirirken, işleyim özeklerinde ölüm oranı özellikle çocuklar arasında ortalamanın çok üzerine yükseldi.’19

Hükümet duruma karıştı—işçilere karşı baskıcı önlemlerle. 1789’da Lex Le Chapelier işçilerin örgütlenmesini yasaklamıştı. Grevler şimdi ordunun çağrılmasıyla yanıtlandı, önderlere uzun hapis cezaları verildi. İşçilerin özgürlüğü üzerine artan kısıtlamalar getirildi.20 ‘Devletin tüm gücü işçilerin karşısına dikilirken, girişimcilere karşı büyük hoşgörü gösteriliyordu.’ 1829’da Grenouille gemicilik şirketleri gemicilerinin ücretlerini düşürme amacıyla birleştiler. Savcılık ve Deniz Kuvvetleri bakanlığı bu yöntemin yasadışı olduğunu bildirdiler ama yasal bir işlemde bulunmayı kabul etmediler çünkü ‘denizcilerin ayaklanmaya itilebileceklerinden’ korkuyorlardı.21

Bu tür olaylar ekonomik sürecin ya da ondaki etmenlerin pençelerini toplumsal ilişkiler bütünlüğüne uzattıklarını ve onları sıkıca kavradıklarını açığa çıkardı. Smith ve Ricardo bu ekonomik süreci özelleşmiş bir bilim olarak irdelemişlerdi—bir bilim ki varsıllık, yoksulluk, emek, değer, mülkiyet ve aygıtın tüm geri kalan parçalarını ekonomik yasalardan türeyen ya da onlar tarafından açıklanan katı ekonomik koşullar ve ilişkiler olarak gösteriyordu. Saint-Simon ekonomik yasaları bütün toplum sürecine temel yapmıştı. Şimdi, Fransa’daki toplumcu ardılları toplumsal bir kuramı ekonomik bir temel üzerinde kurarlarken, politik ekonominin kavramsal ırasını değiştirdiler. Politik ekonomi ‘arı’ ve özelleşmiş bir bilim olmaya son verdi, bunun yerine çağdaş toplumsal yapının karşıtlıklarını açımlamak ve eylemi bunları çözme yönünde gütmek için anlıksal bir güç oldu. Aynı nedenle, bundan böyle meta dünyası kendi şeyleşmesinin terimlerinde düşünülmez oldu. Örneğin Sismondi Ricardo’ya karşı ‘politik ekonominin matematiksel değil ama ahlaksal bir bilim’ olduğunu ileri sürerken uslamlamada bilimsel bir ölçütten ahlaksal bir ölçüte gerilemeyi savunmaktan çok ekonomik kuramın odağının insan istekleri üzerinde olması gerektiğini belirtiyordu.22 Sismondi’nin bildirimini, son çözümlemede, toplumsal kurama felsefi bir yapı verirken Hegel’de işleyen eğilimle birlikte sınıflamak gerekir. Hegel insanlığın öz-gelişiminde tarihsel evreyi imlemiş olan toplumun insan ilişkilerinin bütünlüğü olarak yorumlanması gerektiği ve bu yapılırken usun ve özgürlüğün olgusallaşmasını ilerletmedeki rolünün göz önüne alınması gerektiği noktasına varıyordu. Tam anlamıyla toplumun bu felsefi yorumuydu ki daha sonra eleştirel bir politik ekonomi kuramına dönüşecekti. Çünkü, us ve özgürlüğün ışığında görülür görülmez, yürürlükteki toplum biçimi usdışı ve kölece bir düzen üretmiş olan bir ekonomik çelişkiler karmaşası olarak görünüyordu. Toplumun felsefi yorumu sözü edilen eleştirel imlemleri kendi içinde taşıdığı için, felsefe ve toplumsal kuram arasındaki bir kopuşun felsefi kavramları işlerin verili durumunun ötesini görmeye ve bunun ötesine geçmeye iten bu eleştirel güdüleri zayıflatacağı düşünülüyordu. Proudhon ekonomik kuramın savunmacı vargılarının ve bunun sonucunda tüm eylem ilkelerini düş kırıklığına uğratmasının nedeninin ‘felsefenin politik ekonomiden ayrılmasında’ yattığını gördü. ‘Felsefe’ diyordu, ‘toplumun cebiridir, ve politik ekonomi bu cebirin uygulanışıdır.’ Felsefe onun için böylece ‘usun kuramı’ydı.23 Bu başlangıcı izleyerek, Proudhon toplumsal kuramı ‘us ve toplumsal kılgı arasındaki uyum’ olarak tanımladı24 ve toplumsal kuramın konusunu bildirirken onun kapsamlı uygulama alanı üzerine büyük bir vurgu getirdi; bu kuram ‘bütün toplum yaşamı’ ile, ‘onun ardışık belirişlerinin toplamı’ ile ilgilenir,25 böylece özel ekonomi biliminin eriminin çok ötelerine ulaşır.

Bununla birlikte, toplumsal kuramın felsefi doğası üzerine vurgu onun ekonomik temelinin önemini azaltmaz. Tam tersine, böyle bir vurgu ekonomik kuramın alanını özelleşmiş bir bilimin sınırlarının ötesine genişletecektir. Proudhon ‘ekonomi yasaları tarih yasalarıdır’ der.26

Yeni politik ekonomi Adam Smith ve Ricardo’nun klasik nesnel biliminden oldukça ayrıydı. Onu bu sonuncudan ayıran şey doğal durumu olarak bunalım ve doğal sonu olarak devrim ile ekonomiyi yapısal olarak baştan sona çelişkili ve usdışı göstermesiydi. Sismondi’nin çalışması, anamalcılığın ilk ayrıntılı içkin eleştirisi, zıtlığı yeterince örneklendirir. Çalışma gerçek anlamda eleştirel bir toplum kuramı ölçütüne sarılıyordu. ‘Toplumu edimsel örgütlenişi içinde alacağız—mülksüzleştirilmiş, ücretleri yarışmacılık tarafından saptanan, emekleri artık ona gereksinim duymuyor oldukları zaman efendiler tarafından hemen başlarından savılan işçileriyle—, çünkü karşı çıktığımız şey bu toplumsal örgütlenişin kendisidir.’27

Tüm toplumsal örgütleniş biçimleri, Sismondi’ye göre, insan gereksinimlerini doyurmak için varolurlar. Yürürlükteki ekonomik dizge bunu biriken varsıllık ortasında sürekli bunalım ve artan yoksulluk koşulları altında yerine getirir. Sismondi erken işleyimsel anamalcılığın bu sonuca götüren düzeneklerini ortaya seriyordu.28 Yineleyen bunalımların zorunluğu ona göre anamalın üretici süreç üzerindeki etkisinin bir sonucuydu. Artmakta olan sömürü gibi üretim ve tüketim arasındaki sürekli oransızlık da meta değişim dizgesinin sonuçlarıdırlar. Sismondi değişim ve kullanım değerlerinin ve artı değere el koymanın çeşitli biçimlerinin arkasındaki gizli ilişkilerin taslağını verdi. Anamalın yoğunlaşması, aşırı-üretim ve bunalım arasındaki bağıntıyı tanıtlamıştı. ‘Varsıllığın bir avuç iye arasında yoğunlaşması yoluyla iç pazar küçülmeyi sürdürmekte ve işleyim daha da büyük sarsıntıların gözdağı altındaki dış pazarlara satım yapmaya zorlanmaktadır.’29 Özgür yarışmacılık tüm üretken yeteneklere ve insan gereksinimlerinin en büyük doyumuna tam gelişim vermenin çok gerilerine düşer; toptan sömürüyü ve varsıllık kaynaklarının yinelenen yokedilişini getirir. Hiç kuşkusuz, anamalcılık topluma çok büyük bir ilerleme getirdi, ama ilerleme ‘çalışan nüfusta sürekli bir artışta ve genellikle istemi aşan bir emek sunumunda’ sonuçlandı.30 Bu karşıtlıkların sorumlusu meta üretiminin ekonomik düzenekleridir. Eğer dizgenin eğilimlerine tam anlatımları verilecek olsaydı, sonuç ‘ulusu dev bir fabrikaya dönüştürmek’ olurdu ki, ‘varsıllık yaratmanın çok uzağında, genel sefalet yaratırdı.’31

Saint-Simon’un pozitivizmi başlatması üzerinden yalnızca altı yıl geçtikten sonra, toplumsal kuram onun yeni felsefesini aklamış olan toplumsal düzene karşı bu köktenci çürütmeyi yöneltti. ‘İşleyim dizgesi’ anamalcı sömürü dizgesi olarak görüldü. Uyumlu denge öğretisinin yerini özünlü bunalım öğretisi aldı. İlerleme düşüncesine yeni bir anlam verildi: Ekonomik ilerleme zorunlu olarak insan ilerlemesi demek değildi,—anamalcılık altında, ilerleme özgürlük ve us pahasına yer almaktadır. Sismondi ilerleme felsefesini iyimser yüceltmenin bütün bir zırhı ile birlikte yadsıdı. Devletten ezilen kitlenin çıkarına koruyucu yetkesini uygulamasını istedi. ‘Özgür ve genel yarışmacılık konusundaki genel inak tüm uygar toplumlarda büyük atılımlar yapmıştır. İşleyimsel gücün olağanüstü bir gelişiminde sonuçlanmış, ama ayrıca nüfusun sınıflarının büyük çoğunluğu için korkunç sıkıntılar da getirmiştir. Deneyim bize [hükümetten gelen] koruyucu yetkeye gereksinimi öğretmiştir—insanlar kendisinden hiçbir yarar sağlamayacak oldukları bir varsıllığın gelişimi
için adanmasınlar diye.’32

Sismondi’nin çalışmasının yayımı üzerine salt bir onyıl geçtikten sonra, toplumsal felsefe yine ilerleme inağına geri döndü, ve, beklenebileceği gibi, toplumsal kuram için temel olarak politik ekonomiden vazgeçti. Comte’un pozitif felsefesi bu gerilemede yol göstericilik yaptı. Şimdi onu ele alacağız.

 Notlar
1Oeuvres de Saint-Simon, yay. haz. Enfantin, Paris 1868 vs., Cilt II, s. 118.
2A.g.y., s. 13.
3A.g.y.
4S. 188.
5Mémoire sur la science de l’homme, 1813’de yazıldı; a.g.y., Cilt XI; bkz. Weil, Saint-Simon et son oeuvre, Paris 1894, s. 55 vs.
6Saint-Simon, a.g.y., Cilt XI, s. 8 vs.
7S. 22.
8Cilt IV, s. 83.
9S. 187.
10S. 119.
11Cilt IV, s. 147, 162.
12S. 150.
13Frederick B. Artz. Reaction and Revolution, New York 1934, Harper and Brothers, s. 230 vs.
14Doctrine Saint-Simonienne. Exposition. Paris 1854, s. 123 vs.
15S. 137.
16S. 145.
17S. 125 vs.
18S. 127.
19Henri Sée, Französische Wirtschaftsgeschichte, Jena 1936, Cilt II, s. 244.
20S. 250 vs.
21S. 251 vs.
22Nouveaux principes d’économie politique, 2. Basım, Paris 1827, Cilt I, s. 313.
23Systéme des contradictions économiques, yay. haz. C. Bouglé ve H. Moysset, Paris 1923, Cilt II, s. 392 vs.
24A.g.y., s. 391.
25Cilt I, s. 73.
26De la création de l’ordre dans l’humanité, yay. haz. C. Bouglé ve A. Cuvillier, Paris 1927, s. 369.
27Nouveaux principes ..., Cilt II, s. 417.
28Bkz. Henryk Grossmann, Sismonde de Sismondi et ses theories économiques, Bibliotheca universitatis liberae Poloniae, Varşova 1924.
29Nouveaux principes ..., Cilt I, s. 361.
30A.g.y., s. 408.
31S. 78.
32S. 52 vs.

[HERBERT MARCUSE: US VE DEVRİM: ANABÖLÜM İKİ: TOPLUMSAL KURAMIN DOĞUŞU: BÖLÜM II. POZİTİVİZMİN TEMELLERİ VE TOPLUMBİLİMİN DOĞUŞU: 2. SAINT-SIMON] 
Çeviren Aziz Yardımlı • (C) İDEA YAYINEVİ 1989-2000

İdea Yayınevi / 2014